SEVGİ ÜZERİNE
Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği ve 2016 yılında izleyicisiyle buluşan Ekşi Elmalar, 1970’li yılların sonundan 1990’lara hikayesi Hakkari’den Antalya’ya uzanan bir aileyi anlatmaktadır. Elbette bu aile sıradan bir aile değildir. Bir belediye başkanının dışarıdan anlaşılması zor dünyasına tanıklık ederiz. Bu hikaye, artık belediye seçimlerini kaybetmiş bir eski belediye başkanının seçimleri kaybetmesinden sonra yaşananları anlatmaktadır.
Film, belediye başkanının evinde erkeklerden oluşan bir misafir topluluğunun kadınlara arkaları dönük oturdukları ve onlarla iletişime geçmedikleri bir ortamda başlar. Belediye başkanı demek yerine o dönemde Belediye reisi olarak adlandırılan “Reis”e eşi ve üç kızı da reis unvanıyla hitap etmektedir. Bu durum, filmin tamamında kızlar ve babaları arasındaki iletişim uçurumunun göstergesi olması bakımından dikkate değerdir.
Belediye başkanının üç genç kızı vardır ve meşhur ekşi elma bahçeleri… Bu ifade “Reisin bahçesi ve reisin kızları” olarak filmin başlangıcında dış ses tarafından da vurgulanmaktadır. Çünkü bahçeler de kızlar da Reis’e aittir. Nitekim Reis için belediye başkanlığı ve elma bahçeleri önemlidir. Diğer şeyler, yalnızca diğer şeylerdir. Oysa kızları hayat dolu, yeniliklere açık, hayalleri olan kızlardır ki bunlar, Reis beyin bilmemesi gereken, “bilmese daha iyi olacak” şeylerdir.
Kızlardan ortancası hariç diğerleri maalesef okuma yazma da bilmemektedir. Film ilerledikçe bu okuma yazma bilmemenin hikayesi kızlar için farklı anlamlara evrilecek ve aslında ilginç bir şekilde, babasına rağmen hayallerine en çok yakınlaşabilen, özgürleşebilen okuma yazma bilen ortanca kızı olacaktır. Bu bağlamda, kızların okuma yazma bilmesinin önemi örtük bir şekilde film boyunca işlenmiştir ve çok kıymetlidir.
Kızların birbirleriyle olan diyaloglarında babalarının şiddetine yönelik ifadeleri dikkat çekicidir. Örneğin en büyük kız bir genç ile mektuplaşmaktadır. Ortanca kardeşine mektup yazdırırken kızlar ablaları ne yazsa daha iyi olur diye aralarında konuşarak mektubu tamamlamaktadırlar. Kardeşlerden en küçüğü “Servetçiğim” diye hitap etmesini söylediğinde, büyük kız “Ne Servetçiğimi, Reis bizi kayışla döver.” der. Sonrasını da, bu korkusunu Reis’in başka sözüyle ironik olarak tamamlar: Kelimeler önemlidir Muazzez.
Sonrasında küçük kızın köye gelen şehirli gençten bir hediye aldığını öğrenince Reis’in kızına şiddet uyguladığını görürüz. Belindeki kemeri çıkararak karşısında gözyaşı döken kızına vurması ve Muazzez’in (küçük kızı) hayatında aldığı ilk hediyenin sonunun böyle hazin bitmesi, hikayedeki anlam derinliğini artırsa da böylesi görüntülerin insanın ve özellikle kadının değerini anlamlandırmada, oldukça üzücü örnekleri teşkil ettiğini söylemek yerinde olacaktır.
Babaları tarafından hem fiziksel hem psikolojik şiddete maruz kalan kızların annesi ise tüm yaşananlar karşısında sessizdir. Bu sessizliği onun hem korkuyla sindirilmiş yanının hem de değersizleştirilen düşüncelerinin, duygularının bir sonucudur. Her şeyi çok derin düşündüğüne yer yer şahit olduğumuz Reis’in kızları ve eşi ile kurmuş olduğu bu mesafeli iletişimin bir yanıyla onları değersizleştirdiğini söylemek yanlış olmaz. Ancak bu değersizleştirme bilinçli olarak yapılan bir değersizleştirme değil, toplumsal kuralların insan iradesi ve duygularına baskısıdır. Bu nedenle Reis elde ettiği güç ve otoritenin kölesi olmuş, zalimleşmiş ve duygularını bir kenara bırakmıştır. Belki de bıraktırılmıştır… Bu bakımdan kadınlara yönelik şiddet ve bu şiddetin muhatabı olan herkes aslında bir toplumsal sürecin sonucunu birlikte paylaşmaktadırlar. Dolayısıyla bu konuda yalnızca şahısları suçlamak, sonuç alınması zor durumları da beraberinde getirmekte, şiddetteki artışı engelleyememektedir.
Filmin başka bir anında şehirden gelen genç olan Özgür, Reis’in küçük kızı Muazzez’in yanına gider. Buna şaşıran Muazzez ile aralarında bir diyalog geçer:
Muazzez: Neden geldin?
Özgür: Özür dilemeye geldim, benim yüzümden babandan dayak yemişsin.
Muazzez: Bir daha dövsün diye mi geldin?
…
Özgür: Bu şehirde bir kızla erkek görüşmek isterse ne yaparlar?
Muazzez: Evlenirler.
Bu diyalogda şiddetin normalleşmesi, kadın-erkek diyaloglarının toplumsal kurallarla belirlendiği ve bunun yine bir toplumsal görev olarak evlilik şartıyla gerçekleşebileceği vurgulanmaktadır; ki bu en istenmedik durumlardan biridir.
Devamında kızların anneleriyle samimi bir ortamda sohbet ettiklerini görürüz. Kızlarının erken yaşta evlenmemiş olmalarından, bir başka ifade ile “Reis’in onları küçükken vermediği”ne memnun olan anne, büyük kızının mektuplaştığı genç ve ailesinin görücüye gelmeleri konusunu Reis ile konuşacaktır; kızların ısrarı ile gidip konuşur da. Reis yine kendi dünyasına uygun olarak konuyu değerlendirir ve gencin ailesi ile husumeti olduğundan kızını kesinlikle vermeyeceğini söyler. Bu durumda kızlar ve annenin başka bir planı vardır. Reis’in ricasını kıramayacağı bir başka “erkek”ten yardım istemek… Çünkü onların duyguları yahut ricası bu kararda hiçbir etkiye sahip değildir. Ankara’ya, bu tanıdıklarına mektup yazarlar.
Bu sırada yayla dönemi gelmiştir ve herkes yaylaya çıkacaktır. Köy halkının çoğu yürüyerek yaylaya çıkarken, Reis, karısı ve kızları at üzerinde bu yolculuğu yapmaktadırlar. Bu bir değer ifadesi değil, adeta gövde gösterisidir.
Ardından yaylada köylülerin çalıştığını görürüz. Reis, hobisiyle ilgilenmektedir. Yaylada düzen böyle sürerken, bir gece en büyük kızının (Türkan) yaylada yalnız oturduğunu gören annesi ona ne olduğunu sorar. Türkan’ın söyledikleri bölge kadınının profilini anlatmaktadır:
“Çok uzak, belki Şemdinli yakınlarında bir yere verecek beni, biliyorum. En çok on haneli bir köy, dağlar arasında hapis, kışın altı ay yollar kapanır sizi de göremem artık. Bir sürü çocuk doğururum. Onları büyütürüm. Şişmanlarım, zamanla kabuk tutar yaralarım. Ara sıra herkesten gizli bir köşede sessizce ağlarım.” Bu cümleleri duyan anne, yine çaresizdir; sessizdir. Oysa bu umutsuzluk sessiz kalınmaması gereken bir durumdur… Bir anneyi evladının umutsuzluğu karşısında böylesi sessiz bırakan şeyin adı nedir?
Yayladaki kalabalık ve yoğun tempoda Muazzez ve Özgür’ün zaman zaman suyun kenarında birlikte vakit geçirdikleri ve hatta Özgür’ün Muazzez’e okuma yazmayı öğrettiğini görürüz. Bu, Muazzez için mutluluk kaynağıdır. Bu sırada okuma yazma bilen ortanca kızı Safiye, köydeki genç mühendis ile konuşmaya başlamıştır. Mühendisin Safiye’ye duygularını açmasıyla Safiye Reis’in kızı olarak beklenen cevabı verir: Reis ne derse o!
Mühendis, bunu anlayışla karşılar ve usulüne uygun bir şekilde Reis ile konuşmaya gider. Ailesini Antalya’dan tanışmak için çağıracağını ifade eder. Ancak Reis Bey buna da izin vermez. Mühendis bu sözler üzerine yayladan ayrılır… Safiye’nin bu konuda bir söz hakkı zaten yoktur. Bununla beraber aracıların ricası “erkeklerin aralarında anlaşmaları” ile büyük kız Türkan’ın mektuplaştığı genç ile evlenmesine Reis izin verir. Aslında filmde kızların mutlulukları ve mutsuzlukları iç içe ve karmaşık bir şekilde ilerlemektedir, yaşamın kendisi gibi…
Herkes köye döndüğünde şehirden gelen genç Özgür ile genç mühendis ortanca kız Safiye ve küçük kız Muazzez’e köyden kaçmayı teklif ederler. Kızlar gitmezse kendilerinin köyden ayrılacaklarını, biletlerinin hazır olduğunu söylerler. Kızlar otobüsün hareket saatinde gitmezler ve gençler köyden yalnız ayrılırlar. Artık her şey köyde eskisi gibidir. Bu sırada Türkan evlenir. Ardından Safiye’yi de isterler ve Reis Safiye’yi verir. Bu sırada, zaman geçtikçe Reis’in maddi durumu da kötüleşir ve evdeki yardımcılarını işten çıkarmak zorunda kalır. Reis evdeki işleri karısının ve küçük kızı Muazzez’in yapacağını görüp Muazzez’in de evlenmesiyle evdeki bütün işleri karısının yapamayacağını düşünür. Evde tekrar evleneceğini söyler. Karısı Reis’in sözleri karşısında yine sessiz kalır ancak Muazzez annesine kesinlikle bunu kabul etmemesini, zaten kendisinin evlenmek istemediğini, her şeyi halledebileceklerini söyler ve annesinin onun için yapamadığını Muazzez annesi için yapar; onu yüreklendirir ve destek olur. Bu, Muazzez’in zaten Özgür’ün onu bırakıp gitmesiyle yarım kalan aşkının bir sonucu, aynı zamanda annesinin gururu için kendini feda edişinin bir portresidir. Karısı Reis’e giderek evlenmesini kabul etmediğini ve Muazzezle birlikte her şeyi halledeceklerini söyler. Bu adeta, bir patrona iş yerinde bir çalışan eksilse de işlerin aksamadan devam edeceğinin temin edilişine yönelik bir konuşmadır. Anne, kızlarının desteği ile bu kez sessiz kalmamıştır.
Zaman geçtikçe filmdeki hayatlar da başka başka yollarda ilerlemektedir. Özgür, şehirde hapse girmiştir. Bu haberi alan Muazzez çok üzülmüş ve kalan umutlarını da yitirmiştir. Safiye, çocuk sahibi olmuştur ve artık en büyük hayali olan Antalya’ya yerleşmek için ısrarcıdır. Çünkü Safiye denizi çok merak etmektedir ve Antalya’ya taşınmak konusunda eşini sıkıştırmaktadır. Bu anlamda babasından gördüğü tavrın aksine eşi, Safiye’nin duygularını önemser ve Antalya’ya taşınma kararı alır. Bu Safiye için büyük bir mutluluktur. Sonunda yıllarca hayal ettiği denizine kavuşmuştur. Bir yandan da köydeki ailesine Antalya’ya taşınmaları için ısrar etmektedir. Köydeki, içinden çıkılmaz durum Reis ve ailesinin Antalya’ya taşınmaları için onları ikna eder. Bundan sonra Reis ve ailesinin Antalya’daki hikayesini görürüz. Bir eksikle yalnız, artık Reis’in hafızası iyi değildir. Bu amneziyle birlikte yakın zamanları değil uzak geçmişi hatırlar. Henüz evlenmemiş ve artık orta yaşlarda olan Muazzez için bu da başka bir sıkıntıdır. Aynı zamanda annesinin rahatsızlığı da nüksetmiştir. Bu süreçlerde ilgi çekici bir gelişme daha vardır. Büyük bir hevesle evlenen Türkan eşinin alkol problemi nedeniyle ondan ayrılmak istemektedir ve Reis’in hafıza probleminin onun bu durumda karar almasını kolaylaştıracağını düşünür. Bu da Reis’in kızları üzerindeki yersiz baskısının bir sonucu olarak görülebilir. Reis’in gücü azaldıkça, kızların kendilerini güçlü hissedebilmeleri söz konusu olacaktır ki aslında bunun tam tersinin olması beklenir, düşünülür: Baba güçlüyse çocukları da güçlüdür. O halde “gücünü çocukları üzerinde şiddete ve baskıya dönüştürmeyen babaların çocukları güçlüdür” sonucuna ulaşmak bu anlamda mümkün olabilir.
Yıllar geçmiştir…
Zamanla hemen her şeyi unutan Reis Bey, kendisini belediye reisi zannederek Antalya’daki belediye binasına gider ve orada yıllar önce köyden ayrılan mühendis ile karşılaşır. Reis Bey’in hafızasıyla alakalı bir sorun olduğunu anlayan mühendis, onu belediye binasına geldiği taksiyle tekrar evine götürür. Mühendis ile karşılaşan Safiye, Türkan ve Muazzez şaşkınlık içindedir. Babalarını bulabilmenin sevinci ile mühendise teşekkür ederler.
Herkesin bir şekilde hayat düzeni oluşmuş ve bu düzen içinde babasının korkusuna ek olarak şanssızlığıyla hareket alanı tamamen kısıtlanan Muazzez, anne babasının başında yalnız kalmıştır. Bu süreçte annesinin son anına kadar Muazzez yanındadır, onunla ilgilenir ve sonunda annesini kaybeder. Bu kayıpla birlikte babasına eskiyi hatırlatma, adını hatırlatma çabasına girer. Adı, unvanı, gücü her şey olan Reis Bey, artık adını bile hatırlamaz olmuştur. Yanında ise gözleri yaşlarla dolu, yalnız ama babasına kalpten bağlı kızı vardır. Ona çektirdiği acıları fark ettiğinden mi bilinmez, Reis bey de hüzünlüdür.
Filmin sonunda babasının belediyeye gidişi ile birlikte genç mühendisle tekrar karşılaşan Muazzez, mühendisi ve ailesini ziyarete gider. Mühendis köyden ayrılırken Reis Bey’in ekşi elmalarından bir fide almıştır, onları büyütmüş bir elma bahçesi haline getirmiştir. Bunu gören Muazzez ve Reis Bey bahçede otururken elma ağaçlarının arasından hapisten çıkan Özgür, kır saçlarıyla görünür. Muazzez yaşananlardan sonra belki de “Özgür”lüğüne kavuşmuştur…
Geçen zamanı geri almak, insanların ruhunda ya da kalbinde açılan yaraları tedavi edebilmek pek kolay ve mümkün görünmüyor. Reis Bey, önce kendisini sevebilseydi; kendisiyle kavgası olmasaydı belki eşini ve kızlarını da gerçekten sevebilir, sevdiğini gösterebilirdi. Küçücük şeyler yüzünden evlatlarına şiddet göstermez, onlarla iyi ilişkiler kurabilirdi. Eğer kendisiyle kavga etmeseydi, belki zihni de her şeyi silmek istemeyecekti.
Kendinizi sevin, kız ya da erkek olması fark etmez, çocuklarınızı sevin; bir hayatı paylaştığınız, elinden yemekler yediğiniz karınızı, taşıyamadığınız yükleri elinizden alan kocanızı, eşinizi sevin… Yaşadığınız yeri, doğayı, memleketinizdeki herkesi birbirinden ayırmadan sevin!
Sevginin olduğu yerde şiddetin barınması mümkün olmayacaktır.
Sevgi dolu yarınlara…
Öğr. Gör. Ezgi İnal
Fotoğraf web: https://www.imdb.com/title/tt5985288/?ref_=tt_mv_close