Zülal Kalkandelen’in yukarıdaki bağlantıda paylaştığım yazısı, kadınlara şiddet uygulayan, bununla övünen ve kadınları “günlük, haftalık, ömürlük” olarak kategorize eden ve değersizleştiren birine verilen Yaşam Boyu Onur ödülüne verilen tepkileri değerlendirmiştir. Kalkandelen bu ödülü “kültürel pespayelik” olarak tanımlıyor. Kalkandelen’in bu değerlendirmeleri ve tanımına tamamen katılıyorum, ama burada birkaç noktayı da ben eklemek istiyorum.
Kalkandelen yazısını “Bir bakarsınız, hiç fark etmeden siz de izlediğiniz diziler, beğendiğiniz müzik ya da oyuncular aracılığı ile şiddeti körükleyen popüler kültürün gizli destekçisi olmuşsunuz.” sözleriyle bitiriyor. Ben değinmek istediğim noktaları bu cümleden başlatarak vurgulamak istiyorum.
Hepimiz bir özeleştiri yapıp dinlediğimiz müzikler, izlediğimiz film ve diziler ya da kullandığımız sözcük ve atasözlerini düşünelim. Taciz ve ısrarlı takip içerikli, hatta daha da kötüsü psikolojik ve fiziksel şiddet içerikli film ve dizileri romantik ya da aşk filmi olarak kaç kez izledik acaba? Bunları izlerken kaçımız bu davranışları taciz, istismar ve şiddet olarak değerlendirdi? Gençliğimizden beri bize izletilen bu film ve diziler yüzünden kaç kadın narsist ve istismarcı erkekleri partner olarak seçti? Giyimine, nereye gittiğine, kaçta eve döndüğüne karışan ve bu konuda sürekli hesap soran erkeğin bu kıskançlığını kaç kadın “sevgi” sandı? Kaçı kendini istismar eden erkeklerle ilişkisini bitirebildi? İlişkisini bitirdiğinde ya da bitirmeye çalıştığında kaçı şiddete uğradı? Bu şiddet olaylarını sürekli haberlerde duyuyoruz, okuyoruz.
Bu şiddet olaylarını duyduktan, okuduktan sonra kaçımız “O saatte orada ne işi vardı?” ya da “Neden o giysiyi giydi?” diyerek şiddet uygulayan erkeğin deyim yerindeyse sırtını sıvazladı? Kaçımız şiddete adım adım giden bu yolları gördü ya da görmezden geldi?
Daha da ileri gidelim: Kaçımız yurtlarda ve Kuran kurslarında istismara uğrayan çocukların sesi olabildik? Yoksa din düşmanı gibi görünmemek için sessiz kalmayı mı tercih ettik? Aileyi sürekli kutsayarak aile içi istismar ve şiddete kaçımız sürekli zemin hazırladık? Kaçımız “kızını dövmeyen dizini döver” gibi atasözlerini kullandı ya da normal gördü? Kaçımız ebeveyninin duygusal ve fiziksel istismarına maruz kalan çocuk gördü ve kaçımız buna tepki verdi? Buna nasıl bir tepki vermemiz, aile içi istismar ve şiddetin önlenmesi için neler yapılması gerektiğine yönelik kaçımızın bir bilgisi ya da fikri var? Sürekli çocukların eğitiminden söz ederken onların fiziksel ve ruhsal açıdan sağlıklı gelişimini gerçekten kaçımız umursuyor?
Bütün bu sorulara ve sorunlara çözüm bulabilmek, içinde bulunduğumuz toplumdan ve onun kültürel yapısından bağımsız ve özgür düşünmeyi gerektiriyor. Cesur olmak gerekiyor. Başkalarının ne diyeceğini değil, sağlıklı bir toplumun ve sosyal adaletin nasıl olması gerektiğini önceliğimize almalıyız. Aksini tercih edip içinde bulunduğumuz kültürün destekçisi olmayı sürdürürsek ve içinde bulunduğumuz kültür şiddet öğelerini körüklüyorsa şiddeti bitirmemiz mümkün olamaz.