Tünelin Ucundaki Benlik: Bağımsız Bir İmge Olarak Kadınlık
Kate Chopin’in Uyanış Eserinin Kadın, Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Öz mülkiyet Açısından İncelenmesi
Melek Eryazıcı
“Ruhu onu çağırırken,
başkalarının fikirleriyle
yaşamakla yetinmeyecekti artık.”
Feminist yaklaşım, modern benlik düşünce algısının oluşmasında önemli rol oynarken, kadının kimlik ve cinsiyet bağlamında bağımsızlık mücadelesini pekiştiren sürecin kritik parçası olarak kabul edilir. Cinsiyetin kurgusal ve kültürel bir yapılanma olduğu savı, kadının toplumsal mülkiyet algısı çerçevesinde üretilen söylemlerden bağımsızlaştıracak ve imgesel inşasını varlık bilinci çerçevesinde sınırsızlaştıracak eşsiz bir anlayışa kapı aralamıştır. Kadının sınırsızlaşması algısı, bedeni üzerinde kurulan eril tahakkümün ve cinsiyetini merkez alan yaklaşımların, kamusal alanda yapılacak çağdaş, bütüncül ve yenilikçi bakış açısı eksenli oluşturulmasını hedefler. Bu hedef doğrultusunda söylem, kadına yaftalanan sınırlandırıcı bedensel ve geleneksel imgelerden özgürleştirecek zihinsel bir güce dönüşerek, yeni benlik inşasının fitilini ateşleyen kolektif bir iz olmuştur.
Kadın bedeninin eril güç dinamikleri dahilinde metalaştırılması, kadını edilgen bir nesne konumunda sınırlandırarak, varlıksal bütünlüğünü zedelemektedir. Tarih boyunca çoğu toplumda, kadın bedeninin bir metafor olarak sıkça kullanılması mülkiyet eksenli unsurlar dahilinde üretilen cinsiyetçi söylemi tetiklemektedir. Yapılan birçok çalışmada, 20. yüzyılın son çeyreğine kadar bu ayrımın dönüşümsel bir çember oluşturduğu, şiddet tutumu ve davranışlarına zemin oluşturduğu gözlemlenmiştir.
Kadın bedeninin siyasal inşası uzun bir tarihsel süreci kapsarken, beden-benlik-varlık üçlüsü yeniden inşa edilerek, düşünce ve söylem temelli bir reformu gerekli kılmıştır. Kültür değerleri ve bilhassa kalıp yargılar dahilinde nesne konumunda olan kadının, özne becerisi bu reform çerçevesinde farkedilebilirlik kazanmıştır.
20. yüzyıla kadar, kadın bedenini disipline etme, davranışlarını belli kurallar çerçevesinde eril itaat koşulları dahilinde sınırlandırma, domestik görevlerlerle toplumsal rol asimilasyonunu sağlama gibi kısıtlayıcı ögeler kadına atfedilen bir yaşam politikası oluşturmaktaydı. Varlık ve kimlik algısı, kadının bedeni üzerinden yürütülen bir projenin varlığını destekliyordu. Bu süreçte kadın, doğurganlığı üzerinden değerlendirilerek, toplumsal mülkiyet dahilinde, ona atfedilen roller çerçevesinde söz sahibi olmadığı bir bedenin sahipliğini üstlenmişti. Kadının varlığı konusunda söz sahibi olması, tabiatının üretken hakikatiyle güçlenerek, düşünsel ve bedensel idare kapasitesini mevcut imajlardan soyutlayarak yeni bir düzen anlayışının yerleşmesine olanak tanımıştır. Varlığı anlamlandırmak amacıyla “görünürlük” meşruiyetine kavuşması, güçlü ve sürdürülebilir bir mücadeleyi de beraberinde getirmiş, kadına yönelik tahakküm unsurlarını oluşturan seküler sistemi temelinden sarsarak, kimliğinin görünür taşıyıcısı pozisyonuna geçimiştir.
19. yüzyıla kadar geçen sürede, eril otoritenin fiziksel ve zihinsel hakimiyeti belirgin bir gerçekti. Toplumsal değişim ve dönüşümü destekleyen edebiyat ve sanatta dahi, bu hakimiyetin etkisi kadın yazarların anonim isimlerle varlık gösterdiği bir zaman sarkacına işaret ediyordu. Çoğu kadın yazar eserlerinde erkek isimleri kullanarak, eril dilin sınırlarına dahil oluyor, toplum önyargıları nedeniyle kendi isimleriyle üretmekten çekiniyorlardı. Kate Chopin, 19. yüzyılın son yılında kadın kimliğinin varlık savaşını başlatan radikal isimlerin başında geliyordu. Chopin, Uyanış (1899) romanında, dengeli ve şiirsel anlatım becerisini en üst seviyede yansıtarak, başta batı toplumu olmak üzere dünyanın kadına yönelik tutucu ahlak anlayışına ayna tutmuştur. Yazar, feminist kurgusunda, Edna karakteri ile kadına dair cinsellik, birey-beden ilişkisi, ahlak, özgürlük ve sıradışılık temalarını okura sunmuş ve eril otoriteye bir başkaldırı niteliğinde olan bu eserde, kadınlığı sabit bir kategoride sınırlandıran ve kendiliklerinden mahrum edilmiş yaşamsal bir tükenmişlik portresi tasvir etmiştir. Chopin, çağının ötesine Edna üzerinden referans vererek, kadın iradesinin varlıksal gücüne dikkat çekmiş ve kadının gelecekte kendi hakikati hakkında söz sahibi olmasının gerekliliğini hatırlatmıştır. Edna’yı bir meta olarak gören kocası Leonce Pontellier ile eril tahakkümün baskıcı otoritesi aktarılırken, anne-kadın özdeş ideası da ironik bir biçimde okura yansıtılır. Toplumun dayattığı sosyal ve domestik görevleri, beklentiler dahilinde yerine getirmenin anlamsızlığı içinde boğulan Edna, bedenini yeniden keşfederek, bir bakıma ruhsal uyanışını da özgürce tartışabilme ve varlık bilincine dair yeni anlamlar üretebilme becerisi ile tetikler.
Edna’nın uyanış süreci, kadınlık ve erkekliğe dair radikal düşüncelerinin dönüşümü açısından içinde hapsedildiği sosyal fanusun işlevselliğinin yitimiyle başlar. Kadına atfedilen geleneksel rol algısından kurtulmak, içine doğduğu Amerikan toplumunun aşılmaz duvarlarını yıkma fırsatını doğurarak, dönemin siyasi sayılabilecek hareket imkanını da sunar. Edna, benlik algısı ve varlıksal mevcudiyetini, rönesans etkisiyle yeniden inşa etmeyi arzulamaktadır. Onun mücadelesi, erkek egemen biyolojik iktidar savı dahilinde, hastalıklı ve müdahale edilmesi gereken bir husustur.
Toplumun baskın ideolojileri çerçevesinde, kadının tehlikeli ve kontrol altında tutulması gerektiği kolektif inancı, eksik ve tamamlanması gereken bir varlık algısı çerçevesinde şekillenmiştir. Bu bağlamda, Edna’nın emansipasyon girişimi, evli olduğu halde başka bir erkekle ilişki kurması ve ahlak otoritesine aykırı bir şeytani tutulma olarak değerlendirilmiştir. Robert’la yaşadığı ilişkinin Edna’nın aradığı anlam bütünlüğünü karşılamaması ve Robert’ın geleneksel rol inançları nedeniyle sona ermesi, Edna’ya özgürleşme hareketinde cesaret vererek, kritik bir ana da işaret eder. Bu ayrılık, Edna’nın kendisine olan yolculuğunun da başlangıcıdır. Vücudunun ve duygularının kontrolünü sağlayabildiğini fark etmesi, Edna için bir miraç niteliğindedir. Sembolik manada, Edna’nın zihni ve bedeni varlığa yönelik yeni anlamlar üretebileceği bir mecraya dönüşür. Tahakküm gücünün farkına vardığı bu zihin-beden sığınağında dişil varlıksal sınırsızlığını da keşfeder.
Toplumsal ahlak retoriği ekseninde, kadının bedeni çerçevesinde tahakkümü baba/koca figürlerinin kontrolüne bırakılmış, cinselliğine, bedenine ve her türlü hazza yabancılaşmayı öğütlemiştir. Politik bir meta olarak babadan kocaya emanet yoluyla geçen, kadın bedeni üzerinde kurumsallaşan kültür kalıp yargıları, kadının erkeğe itaat ve hizmet etme rolünü pekiştirerek, ideolojik hegemonyanın şartlarını da ortaya koymuştur.
Edna, kalıp yargıların kısıtlayıcılığından kurtulmak ve yaşamını kendi otoritesi dahilinde yeniden inşa etmek için, ekonomik otonom kazanmanın önemini yaptığı resimleri satarak kavrar. Batılı kadının yeni varlık olgusunun sürdürülebilirlik odaklı önemini çevresindeki kadınlarla paylaştıkça, öz mülkiyet algısının ona sunduğu otonom yaşam becerileri dahilinde, çevresi tarafından çokça eleştirilir fakat hayatına dair kararların eril güç tarafından verilmesini reddederek, kadınların öznel yolculuklarında en önemli motivatörün yine kendileri olduğu fikri yeni kimliğinin temelini oluşturmuştur.
Bedeninin ve ruhunun işleyişini kontrol etme arzusu, cüretkarlığı ile toplumsal görünürlük ve tanınırlık olgularını harekete geçirmiş ve bu sayede, zamanının çok ötesinde bir kadın portresi çizmesine olanak vermiştir. Eserde kullanılan deniz imgesi, kadının özgürlüğü ve sınırsızlığını yönündeki mücadelesini simgelerken, aynı zamanda rahim sembolüyle her iki olguyu da üretebilme yetisini çağrıştıran motif olmuştur. Eserde, rahim-deniz özdeşliği, su sembolü yoluyla birleştirilerek, kadının evrensel varlığı ve engin konumuna da ayna tutar. Bu harmonik semboller çerçevesinde, domestik yaftalardan sıyrılış hikayesini ölümünü seçme özgürlüğü ile pekiştiren Edna, bir daha kendinden başkasına ait olmamak üzere açıldığı sularda, yaşamına son verir. Kendini arayış olarak nitelendirilebilecek eserin trajik sonu, okura toplumsal himaye algısının yarattığı tükenmişlik temasını sorgulama fırsatı verirken, kadının öz mülkiyet yolculuğundaki kararlılığının sınırsızlığına dair bir izdüşümü de tartışmaya açık biçimde yansıtır.